Pazar

noel baba, absürd rüyalar, ve ben..






       tüm çocuklarınki gibi benim de hayal gücüm o zamanlar zirvedeydi...
büyüyüp çok çalışıcaktım. sonrada kendime bi bulut alıcaktım.. orada yaşıcaktım. ve bunun böyle olucağından emindim. tek gayem buydu. gündüzleri birsürü şey yaratır gece tüm filmi rüyamda oynatırdım.. bulutların üstündeki evim noel babanın evine çok yakındı mesela... tüm çizgi film kahramanlarıyla kanki olmuşum  her çocuk gibi... gökkuşağı... onu bir buluttan diğer buluta geçiş olarak kullanıyordum... bu yüzden vazgeçilmezdi.. artık böyle diil ama gökkuşağı benim için hala çok önemli.. 
sonra biraz büyüdüm.. çok az... arkadaşlarımın evine noel baba gelmeye başladı...  hem de diledikleri hediyeleri getirdiler. bize bir türlü noel baba gelmedi. bizim evi bilmiyor diye düşündüm. ona adresi vermek istedim.  ve bu konuyu yakın arkadaşıma açtım. çünkü onlara noel baba her sene geliyordu. o da bana noel babanın telefon numarasını yazdı. aralık ayının ortalarıydı.. haftalarca her gün evdekilerden gizli gizli noel babayı aramaya çalıştım. tabi bir sonuca ulaşamadım.. bize hiç gelmedi.. hediye de getirmedi. ama en çok ben inandım onun varlığına:) sabah tüm çocuklardan önce kapıya ben bakmışımdır. heralde.... Hıh... koca bi saçmalık. ve daha bir sürü şey..
şimdi büyüdüm.. artık uçarı hayallerim yok. olmayan şeylere inanmıyorum. noel babayı telefonla aramıyorum ama.. sanırım çocukluktan kalmış olucak ben hala rüyalarımda böyle şeylerle boğuşuyorum.
rüyamda Dr. Oetker i görüyorum mesela.. onunla yemekler yapıyorum. Nazım Hikmet le ülkelerinden birinde deniz kıyısında birlikte şiir okuyoruz...gülüyoruz.. şarkılar.. sohbetler... midnight in paris filminden kopup gelmiş gibyim. Dostoyevski ye yemek ısmarladığım bile olmuştur... hatta ona bir kaç ruble borç verdiğim de doğrudur.. Jack London ile Martin Eden ın filmni bile çektik.. =)
hangi kafada uyuyorum hangi kafada görüyorum hiçbir fikrim yok.. çocuk olup noel babanın telefon numarasını çevirip beklemek sanırım daha iyiydi..



Çarşamba

Kar Beyaz


             
"Karanlıktan, yüzünü kamçılayan kar ve rüzgardan, dizlerine sıçrayan çamurdan ve duyduğu seslerden korkuyordu Açlığı, sıska kardeşlerinin korkunç gözlerini, yorgunluğunu unutmuştu Bir an evvel köye varmak, ocakta küllenen bir odun parçasıyla aydınlanan toprak dama girmek ve bir köşede saklanmak istiyordu Ne yatmak, ne dinlenmek, sadece bir dört duvar arasında bulunmak Bu geniş karanlıktan, bu seslerden kaçmak..."   (S.Ali -Ayran- 1938)


şiir gibi.. ağıt gibi .. ince ince işliyor ruhuna...  benzeri diğer filmlerden daha başka bir ruha sahip bunun en büyük sebeplerinden biri Sebahattin Ali'nin 'Ayran' isimli öyküsünden uyarlanmış olması.  Filmin yönetmeni Selim Güneş'in muhteşem kadrajları ile birlikte hikayenin derinliği artıyor.  İmgeler dans ediyor. ve hatırınızdan silinmesi uzun zaman alıyor...  Film insani birçok duyguyu ele alıyor.. pişmanlık özlem, hasret.. ancak en çok umuda dokunuyor  başından sonuna dek....

Salı

jules ve jim



"ya hayal görüyorum ya da yağmur yağıyor.. belki her ikisi de"



Cuma

gülüşler hep umuttan kaynaklanıyor.. belki'ler ağlarnı örüyor... kadın da böylece ayakta kalıyor..
ancak pamuk ipliğine bağlı umutlar ufacık bir pürüzle uçuyor gökyüzüne.. kadın kafasını kaldırıp bakamıyor bile.. biliyor.. bu duyguyu tanıyor... içindeki yangın büyüyor.. o suskunlukla söndürmeye uğraşıyor...
lakin kelimeler artık tüm duvarları yıkıp çıkmak istiyor...