Pazar

boşa kürek çekmek... sonsuza kadar bunu yapamaz ki insan... farkında olduğunda bırakır herşeyi.. pes etmek tam da burada başlar işte... ve ne tehlikelidir umudun yitmesi... uyanmak gibi...

Perşembe

"sanırım,bugünlerde seni es geçtim, özür dilerim." cümlesinde " seni es geçtim" ile anlatılmak istenen aşağıdakilerden hangisidir?
a) bugünlerde hayatımda olduğunu bile unutmuşum...
b) umrumda bile olmadın
c) keyfime baktım
d) hepsi

Çarşamba

yıllar giriyor uzunca yollar giriyor insanların arasına.. yıllarca katlanıyorlar.. sabırla bekliyorlar..
tüm buları aşabilmek ve sonrasın birkaç haftalık uzaklığa yenilmek...
bu kavurucu sıcakta buz gibi bir hava... şehrin bu kalabalığında koca bir yalnızlık hali... bu gürültünün ortasında kirli bir sessizlik hali..
umarsız... kendince yaşayanlar...
belki önemsemiş olsaydı...
alıştırıyorlar ve sevdiriyorlar yalnızlığı...

Cuma

başka bir bakış... "bizim büyük çaresizliğimiz"

"okumak kimilerine yazmayı öğretir, bana ise yazmamayı öğretti"
"siz erkekler neden böylesiniz? biz de sizin gibiyiz, kelebek değiliz, kitap değiliz..kelebek değiliz..."
Seyfi Teoman'ın 2. filmi olan BBÇ'yi izlemekten kendimi mahrum bırakmadığım için mutluluk duyuyorum. Çeşitli sitelerde bir sürü yorum okudum filme dair: Filme bayılanlar bir tarafta , hiçbişiy anlamayanlar bir tarafa toplanmıştı sanki.. Ve filmi izlemeye karar verdim.. film sonunda suratımda bir gülümseme, içimde son zamanlarda içime sinen derin bir o kadar da yalın bir filmi izlemenin doygunluğu vardı. yani kısacası ben de artık filme bayılanlar tarafında yer alıyorum..
2 çocukluk arkadaşının ortaklaşa sürdürdüğü bir hayat... derin ancak bir o kadar da şeffaf aşk ve dostluk öyküsü... itiraflar, gerginlikler, sevgi, bağ, çaresizlikle sürüp giden sade ve derin cümlelerle şiir gibi başlayıp şiir gibi biten bir film..

Salı

yok mu planlarınız?

sorarlar genelde... yok mu ileriye dair bir planın diye? hiç bişiy .. yani hiçbir planı olmayanı anlamazlar... ama yok.. tek bir hayalim ve tek bir planım yok... en başta umudumun olması gerekir hayalim olması için umudum yok.. hayalimi hiçleştiren de bu.. ...
gereksiz memleketçilik tutkusu ile sarılmamış ruhum.. sarılmamış bedenim... ben sadece benim.. karşımdakini de insan olduğu için sevmişim... bunu öğretmiş bana sevgilim...
şimdi görüyor gözlerim... öğreten de yapıyor aynı şeyi... çekiyormuş kan bir şekilde .. insan olmasan bile katil olsan bile çekiyormuş kan bir şekilde.. öyle öğrettiler bana...memleketçilik buymuş işte...

sinema mezunu olduğum halde hala bir fotoğraf makinemin olmayışına parasızlık gözüyle bakılmadı bugün... dalga geçildi.. sonra da utanmadan kurduğum hayaller soruldu..:) önceleri güldüm.. 'bir hayalim yok' dedim. sonra acıdım ben de onlar gibi... halim öyleydi... ama yine de dalga geçilicek gibi de değildi..

dünyanın bizi götürdüğü yerler yada savurduğu yerler... ya da bizi uzunca hapis ettiği yerler mi demeliyim? bir yer işte .. çıkabilirsiniz belki ama inmeniz mümkün değil daha derine...
iyiki var dediğimiz insanlar gittikçe azalırken ben onu tüm kalbimle kucaklıyorum... kutsal adam iyiki var..

adem'le havva'nın güncesi (mark twain)

*Uyandığımda yalnız değildim artık. Uzun saçlı bir yaratık belirmişti yanımda. (Adem)

*Çiçekleri umursamıyor,beni umursamıyor, alacalı akşam göğünü umursamıyor, neyi umursuyor bilmem ki? (Havva)

*Tüm olanlara rağmen, onu bulmuş olduğuma seviniyorum. Elinden gelebildiğince seviyor beni. Ben de onu tutkulu yaradılışımın bütün ateşiyle seviyorum. (Havva)

* Söz gelişi, bir takım kuşları şarkı söylemelerinden dolayı seviyorum ama Adem'i de şarkılarından dolayı sevdiğimi ileri süremem. Hayır, hiç ileri süremem. O şarkı söylerken daha iyi anlıyorum bunu. (Havva)

* Bu dünyadan birlikte göçmemiz benim en büyük yakarım, en büyük özlemimdir. Bu özlem yeryüzünden hiç silinmeyecek, zamanın tükendiği noktaya dek her seven kadının yüreğinde sürüp gidecektir. Benim adımı taşır bu özlem. İkimizden birinin önce gitmesi gerekirse, dilerim ben olayım ilk giden. Adem güçlüdür, ben güçsüzüm, ben ona onun banaolduğu kadar gerekli değilim, onsuz yaşamak yaşamak sayılmaz bence. Nasıl dayanırım böyle bir şeye? Bu yakarışım da ölümsüzdür, soyumdan gelenler sürdükçebu da sürecektir. İlk kadınım ben.. Son kadında da var olacağım.. (Havva)

* Cennet, O'nun olduğu yerdi. (Adem)

............Oldukça keyifli başlayan ve okurken bitmemesini dilediğiniz bir öykü. İnsanın varoluşundan bu yana kadın ve erkeği espirili bir kalemle dile getiren yazar, Adem ve Havva'nın düşüncelerini günlük şeklinde okuyucuya sunduğu bu kitapta, hep duyduğumuz klasik ilk insan, yasak meyve, cennetten düşüş, şeytan kavramlarına mizahi bir biçimde yaklaşarak, ilgi çekici bir hava yakalamayı başarmış. Kadın ve erkeğin ilk andan itibaren birbirleri hakkında gözlemleri, okurken gülümsetiyor.

Günümüze değin, hiç değişmemiş olan kadın erkek ilişkisine dair klişeleri bu öyküde bulmak mümkün. Havva'nın Adem'i neden sevdiğine dair sorgulamaları ve Dünya'ya indikten sonra Tanrı'ya yakarışı, okumaya değerdir.

Kadın, erkek; ilk acı; ilk doğum, ilk ölüm, ve en sonunda Şeytan'ın gözünden dünyaya bakmak... kısa, eğlenceli, aynı zamanda da içi dolu olan bu sevimli öykü okunmalı benim kanaatimce=) ...


kıyam

ruhum dün gibi hatırlıyor daha olmamış bir kıyameti

ben Tanrı'ya iki defa karşı geldim

birincide mutlu olmaya, ikincide ölmeye yeltendim

ölüm aldattı beni

intihar mektubumu yırttım, yanmış bir bilet gibi

siz

akıllı görünmek için bana deli diyebilirsiniz

benimle sevişip başkasıyla evlenebilir,

filozoflardan hakikati, hemşirelerden yaşadığımı öğrenebilirsiniz.

bir haftadır her gün pazartesi

ben artık ne ölüyüm ne diri

pıhtılaşmış kana vuruldu mührüm

güzelim ben seni

gözlerimle sevdim, ellerimle gördüm

şimdi ölüm bile istemiyor beni

intihar mektubumu yırttım, yanmış bir bilet gibi.

alper Çeker

birinin yanından gitmesi öldüğü manasını taşımaz. Lakin birinin gidişi, insanı bir süreliğine öldürebilir.. ölüm gibidir.

ölüm sonsuzdur ve kabullenmelidir insan.. bizlerse sonu olan hayatlarımızda ayrılıklar yaratıyoruz.. uzaklıklarla bütünleşiyoruz...geçici ölümleri doğuruyoruz.

kisseyya

dreamers

- burada hiç ışık yok!
- evet, çünkü ışığa gerek yok!
- ama gece çok karanlık olur.
- doğru, zaten öyle de olmalıdır!

the dreamers

sonsuzluk ve bir gün


"Neden, anne...

...hiçbir şey beklendiği gibi olmadı?

Neden?

Neden çürüyüp gider insan...

...sessizce...

...acıyla ihtiras arasında parçalanarak?

Ben neden hayatımı sürgündeymiş gibi geçirdim?

Kendi ana dilimi konuşma şansım varken...
...
Kendi dilim varken...

Hâlâ kayıp kelimeleri bulabilecek...

...ya da sessizliğin içinden unutulmuş kelimeleri çıkarabilecekken.

Neden sadece ve sadece...

...kendi ayak seslerimi duydum evin içinde?

Neden?

Söyle bana, anne...

...insan neden bilmez nasıl seveceğini?"

eternity and a day

kaplan

Kaplan! Kaplan! yanmakta ışıl ışıl

Karanlığın ormanlarında:
Hangi ölümsüz el ya da hangi ölümsüz göz
Yaratabilirdi senin heybetli simetrini?

Hangi uzak yarlarda ya da hangi uzak göklerde
Kurban edildi gözlerindeki ateş?
Hangi kanatlar erişebilir ona?
Hangi el kavrayabilir ateşi?

Ve hangi güç ve hangi beceri
Bükebilirdi kaslarını yüreğinin?
Ve, yüreğin çarpmaya başladığında,
Hangi dehşetli el ve hangi dehşetli ayaklar?

Neydi çekiç? ya zincir neydi?
Nasıl bir azaphanedeydi beynin?
Neydi örs? ve hangi dehşetli kabza
Ölümcül korkularını kavrayabilir?

Yıldızlar savurunca aşağıya mızraklarını,
Ve sulayınca cenneti gözyaşlarıyla,
Güldü mü O yaptığını görünce?
Kuzu' yu yaratan mı yarattı seni de?

Kaplan! Kaplan! yanmakta ışıl ışıl
Karanlığın ormanlarında,
Hangi ölümsüz el ya da hangi ölümsüz göz


Yaratabilir senin heybetli simetrini

william blake

hiç gidilmese..

tüm uzaklıkları tüketebilsek... sevdiklerimiz tehlike altında olmadan yaşayabilse... her gece yattığımızda o en uzaktakini düşünmesek, endişelenmesek, çabuk gidip çabuk gelinse... hatta hiç gidilmese... köyler boşaltılmasa. insanlar artık ait oldukları yerlerde mutlu olsa.. doğduğu toprakta saçsa tüm sevinçleri.. abi sevgili, arkadaş, belki herhangi biri... ama kimse gitmese.. anneler gizli gizli kimseya belli etmeden üzülmese.... kimse birbirine güçlü numarası yapmasa... özlemek olmasa... özlemeye gerek duyulmasa...

ama özlüyorum.. endişeleniyorum... gün sayıyorum... annemin gizli endişesini izliyorum... gözleri dlouyor bazen.. mimikleri sertleşiyor. ama hiç konuşmuyor...

oruç aruoba

"Yaşamında, yürüyüp yürüyüp, bir an durunca,
çevrene bakıp göreceksin ki, yürüyüşüne şu ya da bu
noktada katılmış, bir süre seninle birlikte yürümüş
kişilerden hiçbiri yok yanında:
Sen, bir an, “Buradayım” demek için durunca,
onlar, artık, “orada” olacaklar “buradayım artık” bile
demeyecekler sana, “orada”larından seslenerek…
“Burada”nda kimse bulunmayacak
“orada”ndan da kimse seslenmeyecek sana…"

yıkandıkça kirleniyor ruhlar

koca koca insanlar.. koca koca kahkahalar..

temiz görünüşlü gülüşlerin içinde barındırdığı hinlik... sonunda açığa çıkıyor işte. niyetler anlaşılıyor.

"gördüğüm kabusların hiçbiri boşuna değilmiş" dedim.. hepsi tüm bu çirkinliklerin aynasıymış.. görmek, gözümü açabilmek öyle çok zamanımı aldı ki.. parlak bedenlerin ardına gizlenmiş kirli ruhlar.. çöplükten başka birşey değilleridi oysa.. hiçbiri farkında değildi ne denli kirlendiğinin.. hiçbir kadın ve hiçbir adam itiraf etmedi kirli ruhunu yada ruhsuzluğunu... bundan hoşnut yaşıyorlar...

herşeyi anlatmak istiyorum... tüm hıncımı kusmak istiyorum... fakat yine olmuyor...

kimsenin okumadığı bir blog yazmanın verdiği bu rahatlığa rağmen neden olmuyor..?

kimse çevresinde aşk görmek istemiyor.. kimse mutlu bir aşk görmek istemiyor... yok etmeye alışmış insan yığınları aşkı 3 yılla sınırlıyor... iki kişinin aynı adnda birbirini sevmesi , ruhlarının konuşabilmesi artık mucizeden ibaret.. böylesine kör insanların içinde olmak... hiçbirşeyin farkında olmayan.. doğanın sunduğu tüm mucizeleri reddeden yığınla insan... betonarmelerin içinde aşkı 3 yılla sınırlar.. hatta 3 saatle.. herşeyle birlikte insan kalpleri de mekanikleşiyor... çılgın gibi herşeyi tüketen ve bir kez bile kafasını kaldırıp güneşe bakmayı denemeyen mutlu olmayı bilmeyenler aşkı da yiyip bitirdikleri gibi aşka hala inananlara da saygı göstermeyi bir türlü beceremiyorlar... dünyada güzele dair ne varsa kirletenler ruhlarını da ucuz yalanlarıyla ve kötü niyetleriyle yıkamaya çalışıyorlar..

bunca çirkinliğin içinde aşk kalabilir mi? bir kişiye , gökyüzüne yada bambaşka bişiye? gözlerindeki parıltıyı gördüğü anda yokedilir tüm masumiyet...

piedra ırmağının kıyısında oturdum ağladım

*.... aşk belkide vaktinden önce yaşlandırıyor bizi; sonra, gençlik uçup gittiğinde yeniden gençleşmemizi sağlıyor. Ama o anları unutmaya olanak var mı? İşte bu yüzden yazıyorum ben, hüznü hasrete dönüştürmek, yalnızlığı anılara dönüştürmek için. Bu öyküyü bitirdiğimde kalkıp Piedra ırmağına atabilmek için. ..

*....tanrılar zarları atar ve kafesinde kapalı duran aşkı azad eder. Bu güç, yaratıcı yada yok edici olabilir.; kafesinden çıktığı sırada, rüzgarın hangi yönde estiğine bağlıdır herşey. Bu güç o sırada ona doğru esmekteydi. Ne varki rüzgarlar tanrı kadar kaprislidir - ta içimde bir yerlerde fırtınaların koptuğunu hissetmeye başlıyordum.

* -.. tanrının kadın yüzünün simgesi neden su?

- bilmiyorum.. ama kendini bizlere belli etmek için genelde suyu seçiyor. Belki de su yaşam kaynağı olduğundandır., suyun içinde yaşam bulduğumuzdan, dokuz ay boyunca o suyun içinde kaldığımızdandır. Su kadın gücünün simgesidir, hiçbir erkeğin ne kadar aydınlanmış, ne kadar kusursuz olursa olsun ulaşmayı düşleyemeceği bir güçtür bu...

* .. aşk her zaman yenidir. yaşamımızda bir kez, iki kez, on kez sevmiş lmamızın önemi yok. Aşk bizi cennete yada cehenneme götürebilir, ama her zaman bir yere götürür. Onu kabullenmemiz gerekir, çünkü varlığımızı besleyen odur. Ondan kaçarsak, gözümüzün önünde meyve dolu dallarıyla duran o ağaca baka baka, elimizi uzatıp istediğimiz meyveyi koparmaya cesaret edemeden açlıktan ölürüz. Nerede olursa olsun, aşkı arayıp bulmamız gerekir, bu bize saatlerce, günlerce, haftalarca süren düş kırıklıklarına mal olsa da. Çünkü biz aşkın peşine düştüğümüz anda, o da bizi karşılamaya çıkacaktır. Ve bizi kurtaracaktır.

*... üçüncü kattan düşmekte, yüzüncü kattan düşmek kadar hasar bırakırdı. düşeceksem en yükseklerden düşmeliydim.

Yazar olma tutkusuyla başlayan, iç çekişleri, sancılarla dolu bir dönemi yaşadığına tanık olduğumuz Arturo Bandini sürükleyip götürüyor okuyucuyu da beraberinde." Maya prensesi" Meksikalı Camilla ile tanıştırıyor.. ve aşk... Yazmaya duyduğu aşk, Camilla'ya duyduğu aşk, ve kendine duyduğu aşk.. kavga, ego, kibir, parasızlık, portakallar... Sıradışı bir adam.. Arturo Bandini..

"ARTURO BANDİNİ, NE BALIK NE DE KUŞ."

"kilisenin önündeyim,kerpiç bina yıllarla kararmış.duygusal nedenlerden ötürü içeri gireceğim.sadece duygusal nedenlerden ötürü.lenin'i okumadım ama onun,"din kitlelerin afyonudur," dediğini başkalarından duydum.kilisenin basamaklarında kendi kendime konuşuyorum:evet,kitlelerin afyonu.kendim,ateistim:mesih düşmanı'nı okudum ve önemli bir yapıt olduğunu düşünüyorum. değerlerin değişiminden yanayım ben.kiliseden kurtulmalıyız,kilise aptalların,ahmakların,cibilliyetsizlerin ve şarlatanların sığınağıdır.ağır kapıyı çektim,ağlar gibi inledi. mihrabın üzerinden süzülen o kan kırmızı ebedi ışık iki bin yıllık sessizliği kızıl gölgelerle aydınlatıyordu.ölüm gibiydi,ama vaftiz törenlerinde feryat
figan bebekler de anımsıyordum.diz çöktüm.alışkanlık.oturdum.diz çökmek daha iyi.dizlerimde hissedeceğim acı bu korkunç sessizliğe katlanmamı kolaylaştırır belki.bir dua.neden olmasın,tek bir dua:duygusal nedenlerden ötürü.tanrım,artık bir ateist olduğum için beni bağışla,ama nietzsche'yi okudun mu?ne kitap! ulu tanrım,sana karşı dürüst olacağım.bir teklifte bulunacağım sana. BENDEN BÜYÜK BİR YAZAR YARAT, kiliseye döneyim. ve lütfen tanrım,bir ricam daha olacak:annemi mutlu kıl. ihtiyar o kadar önemli değil,onun şarabı var ve sıhhati yerinde,ama annem her şeye kaygılanır.amin"

"Uzun parmaklarını aç ve yorgun ruhumu geri ver. ağzınla öp beni çünkü açım ekmeğe. burun deliklerime yitik kentlerin kokusunu üfle ve ellerim unutulmuş bir güney sahilini andıran beyaz gerdanında, ölmeme izin ver. şu uykusuz gözlerimdeki özlemi al ve bir güz tarlasında uçuşan kırlangıçları besle onunla çünkü seni seviyorum, ve adın dönmeyen sevgilisi için son nefesini verirken gülümseyen cesur prensesin adı kadar kutsal.."

"Bazen öyle bir mutluluk dalgası kaplıyordu ki içimi, ışıklarımı söndürüp ağlıyordum ve içimi tuhaf bir ölüm arzusu kaplıyordu. İşte böyle yazıyordu romanını Bandini."

"O anda içimde iyilik adına ne varsa yüreğimde titredi; varoluşumun belirsiz ve derin anlamında umduğum herşey. Burda doğanın büyük kentte kayıtsız suskunluğu vardı; bu sokakların arkasında kenditn ölmesini, kenti bir kez daha ebedi tozla kaplamayı bekleyen bir çöl vardı. "

"'Kim vurdu sana? diye sordum ve 'Trafik kazası' dedin ve ben ' Öbür arabayı Sammy mi kullanıyordu?' diye sordum ve sen ağladın, sarhoş ve yüreğin yaralı ve ben arzu endişesi taşımadan sana dokunabildim."

""peki, ne yapmalıyım? ağzımı gökyüzüne doğru kaldırıp korkak dilimle bir şeyler mi gevelesem? göğsümü açıp yumruklayarak isa'nın dikkatini mi çekmeye çalışsam?ama örtünüp yola devam etmek daha iyi ve mantıklı olmaz mıydı? şaşkınlıklar olacaktı şüphesiz, açlık çekecektim; kurumuş dudaklarımı tatlandırmak için yanaklarımdan süzülüp minik kuşlar gibi beni teselli etmeye çalışan gözyaşlarımdan başka hiçbir şeyimin olmadığı bir kıza duyulan aşka benzer bir güzellik olacaktı. biraz da kahkaha, zaptedilmiş kahkahalar ve geceleyin sessiz bir bekleyiş, geceye duyulan yumuşak korku, ölümün meydan okuyan öpüşüne duyulan korkuya benzer bir korku. ve gece çökecekti ve gençliğimin tez canlılığı ile terkettiğim kaptanlarım denizimin kıyılarından alınmış yağlar süreceklerdi hislerime... ama bağışlanacaktım, bu ve başka şeyler için, reva rivken için, voltaire'in aralıksız çarpan kanatları için, durup o büyüleyici kuşu dinlediğim için. deniz kıyısındaki yurduma döndüğümde her şey için bağışlanacaktım"